8.21.2015

Happy weekend...


Yine işler güçlerle giriyorum haftasonuna...Tabi arada dinlenmeyi, gezmeyi de unutmadan. Herkese mutlu haftasonları diliyorum ;)


8.04.2015

Dilekler...


Annenannemin rutin ritüellerinden; azizler için yaktığı mumlar...
İyi dilekler, umutlar, temenniler hepimize çokça lazım bu sıralar. İster dua olsun, ister çalışmak ya da inandığınız ve size iyi gelen ne varsa hayatınızdan çıkarmayın sakın. 
Güzel bir ay olsun hepimiz için.



7.29.2015

Yeni romantik seri...











Merhabalar, uzun bir ara oldu blog ve benim için. Araya ülkenin tatsız durumu ve sıcaklar girince herkes gibi takatım kalmadı... Ama hayat devam ediyor. Hatta tatlı bir telaşım var şu sıralar. Motive ediyor beni. Dükkan için yeni bir soluk.

Yoğunluk kafa dağıtmanın en iyi yolu çoğu zaman. Bulunacak çokça fikir, uygulayacak zaman ve el çalışması var gündemimde. Yetişecek çok iş var anlayacağınız. Şimdilik sürpriz. Fotoğraflar da ipucu olsun...


7.13.2015

Ahh Kaş...










Ahh Kaş, ne güzelsin! 
Yine birileri bizi düşündüğünden Kaputaş'ta tesis ihtiyacı var demiş, bizim de içimizi yakmış. Bazı yerler de bakir kalsa olmaz mı yani?




7.10.2015

Hayaller...


Ahh Bodrum! Gerçi bu iç çekişim Bodrum'a değil, herhangi bir tatil yeri de olabilir. Sıcaklar başladı ama işlerden dolayı bu sene daha geç tatile çıkabileceğiz. Ben de arşivden fotoğraflarla bol bol tatil yayını girerim artık :)
Mutlu cumalar, keyifli haftasonları hepinize...



Köyle iç içe bir antik kent...











Sevgili Ayşegül'ün (Sahildeki Ev) gezi rotasından esinlenilmiş bir posttur efendim ;) İzmir-Muğla istikametinde git gel baya bir yol katetmiştim zamanında... Hoop arşivden eski fotoğrafları gün yüzüne çıkarma zamanı gelmiş dedim.
 Restorasyon okuduğum için de o bölgedeki antik kentlerin çoğunu ziyaret etmişimdir. Ama Aydın-Muğla arasındaki Ege'nin en büyük gölü Bafa Gölü'ne bakan Kapıkırı Köyü ve bu köyle iç içe olan M.Ö 350'de kurulan Herakleia Latmos kenti bir başkadır benim için. Siz bu teknik bilgileri boşverin de gidin havasını soluyun, antik tiyatroda otlayan hayvanları sevin en iyisi :))


7.08.2015

Bir aşk çocuğu: Eames Sandalye / A love story: Eames Chair






Bugün, artık her yerde görmeye alıştığımız, çok değil bundan sadece bir kaç yıl önce ulaşması zor olan ama şu anda gözlerin aşina olduğu tasarım harikası ikonik sandalyeden bahsedelim.
Aşk çocuğu dememin sebebi Amerikalı Ray-Charles Eames çiftinin ürünü tasarlarken o günün koşullarında tasarım parametrelerinin doğum kadar zor ve sonucun tasarım alanındaki etkisinin aynı mucizevi doğum gibi olmasında tabi ki. 
Ne kadar 20. yüzyıl Modernizm döneminden bahsediyor olsak ve üstelik Bauhaus ekolünün fırtınası henüz sönmemiş de olsa 1950 yılından söz ediyoruz. (İronik olsa da tasarımcı Charles Eames de bakış açısının fazla modern oluşundan dolayı okuldan atılmıştır.) 
Her tasarım bir öncekinin üzerine çıkmalıydı... O dönem tasarımcıları gibi malzeme ve formda yenilikçi bir yol izleyen çift farklı malzeme ve metod arayışına girdiler. Her mimarlık fakültesinde okuyan gencin idolü (tabi benim de:)) duayen mimar Alvar Aalto'nun ahşap kalıplamalarından esinlendiler. O dönemin revaçta malzemesi plastik kullanmaya karar verdiler fakat form kalıbını kendi ürettikleri kalıp makinesiyle hazırladılar. Üstelik atölyede değil evde. İşte azim insana neler yaptırıyor! Aslında hiçbir başarı tesadüf değil; hedef belirleyip çok çalışmanın eseri. 





İlk kalıp sandalyeleri Saarinen'le birlikte çalıştıkları üründür ve New York Museum of Modern Art'ın (MoMA) 'Organik Tasarım' yarışması için tasarlandı. Sonrasında Herman Miller için bir çok ürün tasarladılar. Aralarında hiç kuşkusuz en önemlilerinden biri 1956'da tasarladıkları Lounge Chair.


Bir ürünü 'tasarım' yapan girdilere tek tek değinmeyeceğim fakat Eames'ler malzeme, denge, form ve üretilebilirlik dörtlüsünün olağanüstü bir örneği olan ürünler tasarladılar. Bu da sandalyeyi günümüzde hala tercih edilen ikonik bir endüstriyel ürün haline getirdi. Yüzyılın en iyi sandalyesi seçilmesi tabi ki bir tesadüf değil. 




Dönemin sosyo-kültürel şartları seçtikleri malzemede etkili oldu. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ekonomik bir malzeme olan plastik ve fiberglasa yakınlaştılar. Tasarımın dönemin sanat anlayışı, benimsenen ekoller vs. gibi parametrelerinin hepsi içinde değerlendirilmesi lazım. Tasarım anlayışı da bunu gerektirir. Basit ama etkili... Bunun aksini düşünmek de 'Ne var ki Picasso'nun çizdiğini ben de çizerim' deme cahilliğinin yansıması gibi...
Tabi bu demek değildir ki-çoğu örnekte olduğu gibi-döneminde tu kaka edilen sanatın daha sonra yıldızı parlamaz. 

Modern sanat eğitimi alan Ray Eames'in deneysel ve heykelsi form arayışının da yansıması etkili olmuştur ürünlerde. Fizik kurallarını da unutmadılar tabi. Sandalyenin taşıyıcıları ayaklar da Eiffel Kulesi'nin konstrüksiyonuna benzetilir. 





Şu anda amiyane tabirle ayağa düşmesi hem sevindirici hem de üzücü. Çünkü kebapçıda bile karşımıza çıkıyor. 'Kebapçı' bir örnek, hiç yermek için kullanmadım.  Ama madem alıp dükkana koyuyorsun biraz dekorasyona da çeki düzen ver de canım sandalye can çekişmesin değil mi ama! :))

Yani kıssadan hisse Eames Chair hikayesi burada bitmek üzere. Aslında 1000tl  gibi bir fiyat çok gibi görünse de bu bir marka fiyatıdır ve şu anda da sandalyenin hakları Vitra tarafından satın alınmıştır. Türkiye'de belirli tasarım mağazalarında orijinal sandalyeyi bulabilirsiniz. Ya da çok başarılı replikasyonunu bir çok yerde bulup edinebilirsiniz.

Mozaik Design'da orijinallerini fotoğrafladığım kareleri de paylaşayım.